Öğrenmenin Cesareti: “Gözü Yememek” Üzerine Pedagojik Bir Bakış
Eğitim, yalnızca bilgi aktarımı değil; aynı zamanda bireyin kendine ve potansiyeline inanma sürecidir. Her öğrenci bir noktada kararsızlık, korku ya da çekingenlikle karşılaşır. Tam bu noktada, halkın dilinde yer etmiş güçlü bir ifade belirir: “Gözü yememek.” Bu ifade, sadece fiziksel bir cesaretsizliği değil; zihinsel, duygusal ve hatta sosyal anlamda geri durmayı anlatır. Eğitimciler olarak bizler biliriz ki, öğrenme süreci çoğu zaman konfor alanının dışına çıkmayı gerektirir. “Gözü yememek”, aslında bu sınırın tam eşiğinde durmak; adım atmaya cesaret edememektir.
“Gözü Yememek” Ne Anlama Gelir?
Türkçede “gözü yememek”, bir işe kalkışmaya cesaret edememek, risk almaktan korkmak, kendine güvenmemek anlamına gelir. Genellikle bir işi yapma arzusu olsa bile, içsel bir engel — korku, kaygı veya özgüven eksikliği — bireyi durdurur. Bu deyim, sadece bireysel davranışları değil, toplumsal öğrenme kültürünü de yansıtır.
Eğitimde bu durum sıkça karşımıza çıkar: Öğrenciler, hata yapmaktan korktukları için soru sormaz, fikirlerini paylaşmaz, yeni bir yöntemi denemez. Yani “gözleri yer ama gözü yemez.” İşte bu noktada öğretmenin görevi, öğrenmeyi bir cesaret eylemine dönüştürmektir.
Öğrenme Teorileri Işığında Cesaretin Rolü
Öğrenme psikolojisi, korkunun öğrenmeyi nasıl etkilediğini açıkça ortaya koyar. Bandura’nın Sosyal Öğrenme Teorisi, bireyin başkalarını gözlemleyerek öğrendiğini söyler. Eğer çevrede deneme cesareti gösteren modeller yoksa, birey de risk almaktan çekinir. Yani bir öğrenci, başarısızlığın cezalandırıldığı bir ortamda doğal olarak “gözü yemez.”
Öte yandan Kolb’un Deneyimsel Öğrenme Teorisi, bilginin deneyim yoluyla kazanıldığını savunur. Hata yapmak, sürecin kaçınılmaz bir parçasıdır. Dolayısıyla cesaret, öğrenmenin merkezindedir. Cesaret olmadan deneyim olmaz; deneyim olmadan öğrenme yüzeyde kalır.
Freire’nin eleştirel pedagojisi de bu bağlamda yol göstericidir. Freire, baskıcı eğitim sistemlerinin bireyi pasif hale getirdiğini vurgular. Öğrenciler, “yanlış yapma korkusu” ile düşünmekten vazgeçerler. Böylece gözleri açık ama kalpleri kapalı bir öğrenme süreci oluşur. Oysa öğrenme, sorgulama cesaretinden doğar.
Pedagojik Yaklaşımlarda Cesaretin İnşası
Bir öğrencinin “gözü yemiyorsa”, öğretmenin pedagojik yaklaşımlarını yeniden gözden geçirmesi gerekir. Yapılandırmacı eğitim modeli, öğrencinin aktif katılımını ve kendi bilgisini inşa etmesini teşvik eder. Burada öğretmen, hata yapmanın doğal olduğunu kabul eden güvenli bir öğrenme ortamı yaratmalıdır.
Sokratik yöntem ise cesaretin entelektüel biçimidir. Öğrenciye doğrudan bilgi verilmez; sorularla düşünmeye teşvik edilir. Bu yöntem, öğrencinin kendi yargılarına güvenmesini sağlar. Her doğruya sorgulamayla ulaşmak, öğrenme sürecinde “gözünü yemeyen” bireyleri özgüvenli öğrenenlere dönüştürür.
Bireysel ve Toplumsal Etkiler: Cesur Öğrenen, Dönüşen Toplum
Bireyin öğrenme cesareti, toplumsal değişimin temelidir. “Gözü yememek” sadece kişisel bir korku değil, toplumun kültürel kodlarına da işlenmiş bir durumdur. Risk almayan, soru sormayan bireyler; sorgulamayan, yenilikten korkan toplumları oluşturur.
Bu nedenle eğitim, bireye sadece bilgi değil, özgüven kazandırmalıdır. Öğrenci, “yanlış yaparsam rezil olurum” değil, “yanlış yaparsam öğrenirim” diyebilmeli.
Toplumun ilerlemesi, cesur düşüncelerin doğmasına bağlıdır. Tarihteki büyük keşifler, icatlar ve dönüşümler, hep “gözü yeten” insanların eseridir.
Dijital Çağda Gözü Yememek: Yeni Korkular, Yeni Öğrenmeler
Dijital çağda öğrenme biçimleri değişti, ancak korkular aynı kaldı. Online derslerde kamera açmaktan çekinmek, fikir belirtmekten korkmak, dijital ortamda hata yapmaktan endişelenmek… Bunlar çağdaş “gözü yememek” örnekleridir.
Öğretmenler artık sadece bilgi aktarıcı değil; dijital cesaret koçlarıdır. Öğrenciyi denemeye, üretmeye ve paylaşmaya yönlendiren her adım, öğrenmenin kalitesini artırır. Çünkü çağımızın başarısı, bilgiye sahip olanlarda değil, bilgiyi kullanma cesaretine sahip olanlarda gizlidir.
Sonuç: Öğrenme Cesaret İster
“Gözü yememek” deyimi, aslında öğrenmenin kırılma noktasını anlatır: Denemek ile vazgeçmek arasındaki ince çizgi. Gerçek öğrenme, bu çizgiyi aşanlarda gerçekleşir. Öğrencinin cesaretini desteklemek, öğretmenin en derin pedagojik sorumluluğudur.
Kendinize şu soruları sorun:
“Ben yeni bir şeyi öğrenirken gerçekten cesur muyum?”
“Hata yapma korkusu, beni öğrenmekten alıkoyuyor mu?”
“Sınıfta, işte ya da hayatta; gözümü yiyor mu?”
Unutmayalım: Öğrenmek, yalnızca bilgi edinmek değil; korkuyu aşma eylemidir. Gerçek öğrenen, gözünü yiyen değil, gözünü açandır.